Keşke, zaten, İnşaallah Olimpiyatlar…

Keşke, zaten, İnşaallah Olimpiyatlar…

Ömer Şengüler, 22 Ağustos 2014

Geçenlerde İstanbul Metrosunda seyehat ederken sırt çantalı üç dört genç turistin kendi dillerinde neşeli neşeli konuştuklarını farkettim ve yanlarına yaklaşıp;

“İsveçli misiniz?” diye sordum.

“Evet” dedi gençlerden birisi. Kısa bir muhabetten sonra vaktin de sınırlı olduğunu düşünerek yıllardır cevabını merak ettiğim soruyu pat diye kendisine yönelttim;

“İsveç yedi milyon küsür nüfuslu nispeten küçük bir ülke olmasına rağmen nasıl oluyor da her Olimpiyat’ta madalyalar kazanıyorsunuz, dünyaca meşhur sanatçılarınız edebiyatçılarınız yazarlarınız, VOLVO, SAAB, H&M, IKEA, SKYPE, ERICSSON gibi dünya markalarınız var?”

Soruyu birkaç kez işadamı İsveçlilere de yöneltmiştim ama aldığım cevapların hiçbiri bu üniversite öğrencisininki kadar net olmamıştı. Genç turistin kulağıma küpe olan kısa cevabı şöyle oldu;

“Biz liseyi bitirdiğimizde üç konuda bir profesyonel kadar yetenekli olmak zorundayız; Birincisi; bir yabancı dili çok iyi seviyede bilmek zorundayız. İkincisi; herhangi bir enstrumanı profesyonel müzik sanatçısı gibi çalabilmeliyiz. Üçüncüsü; bir spor dalını profesyonel sporcu seviyesinde icra etmeliyiz.”

Kısaca turist gencin soruma cevabı “eğitimli, özgür gençler sayesinde” idi . Ben de içimden “eğitim şart” deyiverdim tabii ki.

İsveçli sporcular, bugüne kadar Yaz Olimpiyatlarında toplam 483 madalya almışlar biz ise sadece 87 madalyayı haketmişiz. Madalyalarımızın 58’i güreş dalında.  Ayrıca 1920, 1932 ve 1980 Olimpiyatlarına da ülke olarak katılmamışız.

Gelelim keşke alsaydık, zaten alamazdık, inşaallah alırız dediğim 2020 İstanbul Olimpiyat oyunları konusuna;

 

Keşke alsaydık;

  • İstanbul’u sağır sultan bile duyardı.
  • 1908’den bu güne kadar Olimpiyatlarda Güreş, Halter, Atletizm, Judo ve Tekvando dışında altın madalya alamayan Türk sporcular belki de geri kalan diğer 23 spor dalında da şanlı bayrağımızı göndere çektirirdi.
  • Kadını erkeği, amatörü profesyoneli her vatandaşımızın Olimpiyatlar dışında da kullanabileceği yeni spor tesisleri inşa edilirdi. (Bu arada yapımı Harem’deki Selimiye Kışlası’nın hemen önüne planlanan Topkapı Sarayı manzaralı Boğaziçi Stadının projesine hayran kaldım.)
  • İstanbul yeni toplu taşıma araçlarına ve hatlarına kavuşurdu.
  • Otel, restaurant gibi turistik tesislerin doluluk oranları ve turist sayısı artardı.
  • Esnaf, tüccar, hizmet ehli ve sanayicilerimiz ilave iş, istihdam yaratırlardı.
  • Türkiye olarak Ermeni meselesi, Kürt sorunu, Suriye savaşı, Gezi Parkı olayları dışında ilk kez haftalarca tüm dünyada sporla ve İstanbul’un güzellikleriyle anılırdık.
  • Ulusal markalarımız gurur yapıp olimpiyat sponsorlukları alırlar ve tüm dünyaya isimlerini duyururlardı.
  • Ülke olarak hep birlikte coşar ve tek vücut olurduk.

 

Zaten alamazdık;

  • Final oylamada Tokyo (60), İstanbul (36) puan aldı, aradaki açık çok fazlaydı.
  • İstanbul’un tanıtım filmini turizm filmi formatında yaparak “dış algı”yı iyi yönetemedik. Tokyo tanıtım filminin yarattığı algı ise olimpiyat aday kenti algısı idi.
  • İstanbul bu yarışta çok başlı idi. Yurt içindeki tanıtım faaliyetlerinde Gençlik ve Spor Bakanlığı, Valilik, İBB, Olimpiyat Komitesi, Bakanlıklıklar, Başbakanlık ve de sponsor Türk şirketleri ayrı ayrı değerli katkılarda bulundular destek oldular ama birbirlerinden kopuktular. “İç algı” yı iyi yönetemedik.
  • Olimpiyatları kazanma işini yeni bir inşaat yarışı zannettik. Hatta yetkililerimiz oylamadan bir gün önce alelacele “Madalya alan tüm sporculara TOKİ’den bedava daire vereceğiz” bile dediler.
  • “Olimpiyatları alan ilk müslüman ülke olacağız bunu düşünerek oy verin” söylemini kullanmaya başladığımız andan itibaren zaten kaybetmiştik. Olimpiyat ruhunun bu tür söylemleri sevmediğini bilemedik.
  • Global pazarlamayı, lobiciliği, halkla ilişkileri bir film ya da organizasyon işi zannettik.
  • Pazarlanan İstanbul, müşterimiz dünya idi müşteriyi iyi analiz edemedik.

 

İnşaallah bundan sonraki Olimpiyatlardan birini biz alırız;

  • İstanbul Marka Ajansı’nı kurarız.
  • İstanbul Olimpiyatlarının patronu tek bir kurum olur.
  • Önce “İstanbul Olimpiyatları Marka Konumlandırmamızı” yapar ve pazarlama stratejimizi belirleriz sonra film, organizasyon işine soyunuruz, kervanı yolda düzmeyiz.
  • Uluslararası pazarlama, halkla ilişkiler, lobicilik ve reklamın iç politikadaki gibi yapılmadığını farkeder bunun aslında bir dünya projesinin “algı yönetimi” olduğunun bilincine varırız.
  • Olimpiyat tesisleri için mimari projelere ayırdığımız bütçe ve zamanı sporcu yetiştirmek için de ayırırız.
  • Milli Eğitim Bakanlığımız beden eğitimi müfredatını “spor dersleri” müfredatı olarak değiştirir bizler de sporu hayatın vazgeçilmez bir parçası olarak küçük yaşlardan itibaren sever özümseriz.

 

Umarım İstanbul bir sonraki yaz Olimpiyatlarına yine aday olur ve bu kez “algı yönetimi” yarışını kazanırız.

HENÜZ YORUM GİRİLMEMİŞ


Yorum ekle

Gerekli Alanlar *

*